Sıkça ve farkında olmadan anne‚ baba‚ eş veya birey olarak yaptığımız ya da maruz
kaldığımız işgal hareketlerinden bahsedeceğim. İşgal deyince çoğumuzun aklına ilk olarak
ülke toprakları gelir. Ülke sınırları başka bir devlet tarafından tanınmaz ve sınırları ihlal
edilirse‚ işgal edilmiş olur. Tıpkı ülkeler gibi r insanlarında kişisel sınırları vardır. Bu
kendimize özgü kişisel sınırlarımız diğerleri tarafından tanınmaz ise ruhumuz işgal altında
demektir. Ülke toprakları düşman askerleri tarafından işgal edilirken ruhumuz doğduğumuz
andan itibaren en yakınlarımız en sevdiklerimiz tarafından işgale uğramış olabilir.
Her birey kendine özgü kişilik rengi ile doğar. Dünyaya
geldiğimizde anne baba ve çevremizle girdiğimiz iletişim ile yavaş yavaş kendimizi
oluşturmaya başlarız. Çevremizdekiler ya kendimize özgü yapımızı yani kişilik rengimizi
ortaya koymamızı destekleyici bir rol alırlar‚ ya da kendi zihinlerindeki renkle bizi
boyamaya çalışırlar. Eğer anne babamız destekleyici bir rol alır ve biz içimizde gizli
olan potansiyelimizi hayata geçirip‚ kendimiz olabilirsek; paramız az‚ çözülmesi gereken
sorunlarımız çok da olsa mutluluğu ve huzuru buluruz. Fakat kendimiz olamamış kendi
rengimizi oluşturamamış isek‚ üzerimize giydiğimiz gömleğin dar ya da büyük olması gibi
üstlendiğimiz roller de üzerimize tam oturmaz ve bizi rahatsız eder. Hayatımızda somut hiçbir
pürüz olmasa da biz ifade edemediğimiz bir huzursuzluğu yaşarız. Bir ömrü‚ sahte kendiliğin
pençesinde gerçek kendimizi bulamadan tamamlarız. Gerçek kendimiz ve ruhumuz sürekli
işgal altında kalabilir.
Peki çocuklarımızın kendilerini gerçekleştirmelerini desteklemek ve işgalci anne baba
olmamak için nelere dikkat etmeliyiz? İşgal etme nerede başlar? Bebeğin yaklaşık bir
yaşına kadar kendi seçimi yoktur‚ annesine yapışık olarak‚ annesinden güç alarak yaşar. Bir
yaşından itibaren kendi tercihlerini ve keşiflerini hayata aktarmaya başlar. Annesinin uzattığı
kaşığa uzanır‚ eline almak ister. Yemeklere elini uzatıp dokunmak ister. Çekmeceleri açıp
kapatarak kesfetmeye çalışır. Annesinin giydirdiği çorabı çıkartmaya çalışır. Bu noktada
anne çocuk arasında bir mücadele başlar. Çocuk‚ durması gereken yeri bulabilmek için anne
babasının sınırlarına ulaşmak zorundadır. Zira kendi özgürce hareket edebileceği alanı ve
başkasına ait sınırları keşfetmeğe ve kavramağa ihtiyacı vardır. Eğer anne-baba‚ çocuğa
bireyleşme ve özerkleşme alanı tanımaz çocuğun keşfetmeye dair her hareketini baskılar‚
ona tercih şansı vermez ise zamanla çocuk‚ dünyaya ebeveynlerinin gözüyle bakar ve onların
rengine boyanır. Eğer anne çocuğun bu keşif ve tercihlerini hiç sınırlamaz ise bu sefer de
çocuk hareket ve davranışlarının bir diğer kişinin sınırlarını ihlal edebileceğini öğrenemez ve
hayata başkasının gözünden bakamayan‚ empati yoksunu ve herkesi kendi rengiyle boyamaya
çalışan işgalci bir karaktere sahip olur. Sağlıklı olan ise çocuğun‚ ebeveynlerinin sınırını
zorlayan davranışlarını durdurmak‚ kendi tercih ve alanına ilişkin davranışlarını da teşvik
Çocuğunu hayatının projesi gibi görerek‚ kendi zihninde idealize ettiği çocuk tipini
oluşturmaya çalışıp onu bir kurstan diğerine koşturan‚ ne giyeceğinden ne yiyeceğine‚ nasıl
konuşacağından nerede duracağına kadar müdahale ederek‚ kendi olmasına izin vermeyen
anne baba modeli‚ işgalci anne baba modelidir. Bir diğeri ise‚ çocuğu ailenin merkezine alıp‚
evdeki her şeyi onun tercihlerine göre düzenleyerek‚ çocuğu evin gizli otoritesi haline getiren
anne baba modelidir. Bu tip ailede çocuğun gitmek istemediği yere gidilmez‚ onun sevmediği
meyve sebze eve girmez‚ onun uyku düzeni bozulmasın diye eve misafir çağırılmaz.
Bu şekilde yetişen çocuk da sosyal hayata girdiğinde diğer insanların tercihlerine uyum
sağlayamadığı için ya kendi kabuğuna çekilir‚ ya da diğer insanları kendisi gibi yapmaya
çalışır. Yani ya kendi sınırları içinde kalarak kendini yalnızlığa mahkûm eder‚ ya da diğer
insanların sınırlarını tanımayarak baskı altına alır.
Bu durum eşler arasında da sıkça görülür. Eşler birbirini tanıyıp‚ anlayıp birbirini olduğu
gibi kabul edip sevmek yerine‚diğerini zihinlerinde var ettikleri hayali eşe döndürmek için
çabalarlar. Böylece yıllarca bir yastığa baş koyup birbirinin ruhuna dokunamayan mutsuz
evlilikler süre gider.
Sevgili okuyucular‚ hayatın her alanında orta yolu yani dengeyi bulmayı hedeflemeliyiz.
Sağlıklı anne baba hayatın güçlük‚ tehdit ve tehlikelerine karşı tedbirli olan‚ bu tehditlere karşı
yüreği titrese de çocuğun özerk alanına müdahale etmeden‚ kendi ayakları üzerinde durabilen‚
kendini gerçekleştirebilen ancak diğer insanlarının da sınırlarını ihlal etmeyen çocuklar
yetişmesine yardımcı olabilen anne babadır. Sağlıklı evlilik ise‚ iki ayrı bireyin birbirlerini
yok etmeden "biz" olabilmesidir.
Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle..
Psikolog Gülten İKİZOĞLU
gultenikizoglu@gmail.com
Bu yazı 2076 kişi tarafından görüntülendi.