04 Nisan 2020
  Sağlık da Eğitim de Evde!

 Sağlık da Eğitim de Evde!

Sağlık da Eğitim de Evde!Dünyayı saran korona virüs (kovid-19) ezberlerimizi bozdu, bazı bildiklerimizin tarih olurken, nene ve dedelerimizin bazı bildiklerini geri getirdi, hayatımıza yeni kavramların girmesini sağladı.
     

        Dünyayı saran korona virüs (kovid-19) ezberlerimizi bozdu, bazı bildiklerimizin tarih olurken, nene ve dedelerimizin bazı bildiklerini geri getirdi, hayatımıza yeni kavramların girmesini sağladı.

Dijital dünya (uygarlık), online (uzaktan) eğitim, sanal ders, sosyal mesafe, home office (evden çalışma),  virüs, salgın gibi…

Temizlik, sağlık, eğitim, ticaret, yönetim alanında yeni kavramlarla beraber bir öze ve fıtrata dönüş süreci başladı.

    Durumun bu hale gelmesini dünyada insanlara yapılan zulüm ve haksızlıklar sebebiyle ilahi bir adalet, cezalandırma diyenler var, doğaya ve hayvanlara verilen zararlardan dolayı tabiatın bir öç alması olarak yorumlayanlar olduğu gibi, endüstri, teknoloji ve bilimsel alanda  yapılan tüm bu çalışmaların bir sonucu olarak insanın fıtratından uzaklaşması neticesinde olacağı buydu diyenler var. Ayrıca yapay olarak laboratuvarda üretilen biyolojik bir silahın insanlığı korkuya sürükleyerek, insanlığın daha rahat güdülebileceği,  yönetilebileceği bir dünya inşası tezini savunanların sayısı da az değil.

Netice itibariyle gerçekten bu sefer hem sınıfta hem de evde kaldık!

“Hayat eve sığar mı?” sorusuna, “Hayat evdeydi zaten” cevabını uygulamalı aldık!

   Sebep ve gerekçe her ne olursa olsun içinde bulunduğumuz durum ortada. Bir eğitimci olarak bu süreci nasıl yönetmeliyiz asıl mevzu bu. Bir yönetici,  öğretmen ve veli olarak nasıl bir duruş sergilemeli, geleceğe nasıl bir projeksiyon tutmalıyız? Öğrencilerimizi ve velilerimizi nasıl yönlendirmeliyiz?  

   “Okul dört tarafı duvarlarla çevrili yer değildir” diyor, Hababam Sınıfında Mahmut Hoca. Her zaman her yerde eğitim devam ediyor. Okul, hayatın kendisidir. Öğrendiğin kadar, uyguladığın kadar, ürettiğin kadar varsın hayatta. Ve bu süreçte üreten toplumlar hayatta kalmaya devam edecek. 
    Online (uzaktan) eğitim denince işin iki boyutu var; birinci boyutu erişilebilir olup olmaması, ikinci boyutu ise verimliliği yani işe yarayıp yaramadığı boyutudur. Erişilebilirliği kısmında hiçbir sorun yok çünkü hem dijitalleşme oranımız çok yüksek hem de çocuklarımız dijital kuşağın çocukları, asıl önemli olan eğitimi verecek olan eğitimcilerin bu işe hazır olup olmadığıdır. Verimli olup olmadığını uzun vadede göreceğiz. Ama şunu unutmayalım ki bilgiye ulaşmak çok kolay ve çok fazla bilgi var ortalıkta. Faydalı bilgileri bulup uygulayalım ve davranışa dönüştürelim.
    Eski eğitim sistemi bir hocanın rahle-i tedrisinden geçmeyi temel alıyordu. Hocanın dizi dibine oturan talebe sadece onun aktardığı bilgileri öğrenmekle kalmaz, sesinden, yüzünden, hareketlerinden çok şey kapar. Oturması, kalkması, şefkati, öfkesi, yemesi, içmesi kısacası bir hoca olarak ortaya koyduğu davranışlar, yaşadığı ölçüler nedir? Başka insanlara nasıl davranıyor; dünyaya, eşyaya, tabiata nasıl bakıyor? Hoca karşısında talebe bir yandan bilgi edinirken bir yandan irfan, edep, terbiye, görgü öğrenir. Usta ile çırak arasında da bu böyledir. Usul, erkân, tavır, ahlak öğrenir. Eğitim bu. Zaten eğitim sistemimiz bir çok erozyona uğramışken online eğitim bu açıklarımızı kapatacak mı? Yoksa daha güncel problemlerle mi karşılaşacağız?  
    Çocuklarımızı sınavlara hazırlarken, okul müfredatını yetiştirmeye çalışırken hayatın kendisinin zaten bir sınav olduğunu ve hayatın da gerçek müfredatının olduğunu hatırladık sanırım.

    Evlere hapsolduk, kimse kimseyle görüşmez oldu, akrabayı bırakın komşunun kapısını bile çalmaz hale geldik, herkes kendi derdiyle hem hal oldu. Mahşerin provası sanki. Kendimizle baş başa kalınca düşünmeye, tefekküre, muhasebe yapmaya, tüm planların ustünde bir plan yapanın varlığını yeniden hissetmeye başladık.

   Bu tarz krizleri fırsata dönüştürebiliriz. Büyük kırılma anları, yeniden kurulma anlarıdır aynı zamanda. Ders almasını bilirsek, yeni bir dünyanın hangi temeller üzerinden inşa edilebileceğini de görebiliriz. Evden başlayacağız; aileden, insandan. O yüzden evi keşfedelim, dünyamızın merkezi haline yeniden getirelim. Eğitim 0’da evde başlar.

   Ailecek dijitalleri ve ekranları bir kenara bırakıp kitap okumaya başlayalım. Evde oynan oyunları tekrar geri yükleyelim. Merak etmeyin son kullanma tarihleri geçmedi.

Eski fotoğraf albümlerini raflardan indirelim ve geçmişe yolculuk edelim. Çok iyi gelecek göreceksiniz.

   Virüsün kendisi değil, korkusu, daha çok ürpertiyor insanları. Korkuyu ve endişeyi bir kenara bırakıp önce tedbir alıp sonra tevekkül edelim. Bu konuda önce kendimizden başlayalım, çocuklar zaten bizi örnek alırlar. Çok fazla haber izlemeyi bırakıp sadece güvenilir devlet haber kaynaklarını takip ederek vakarlı hareket edelim. Geleceğe umutla bakalım.

   Dünya çapında haberleri ve olayları izlediğimizde, virüsün fakir, zengin, dil, din, ırk, mevki farkı gözetmeden herkese bulaşması, ölümün herkesin baş ucunda olduğunu hissetmesi insanlığa güzel bir ders oldu. Ve bunun sonucunda ülkelerin ve toplumların insana (gence ve yaşlıya)  bakışını gördük. Medenilik ve medeniyet kavramının ne olduğunu ve nerede olduğunu gördük. Gerçek medeniyetimize ve köklerimize sahip çıkalım.

   Bu kadar bilime, teknolojiye ve felsefeye rağmen dünya niye bu hale geldi? Daha iyiye ve daha güzel gitmesi gerekirken niye sonuç böyle? Fıtrat ve doğallıktan uzaklaşmanın bir neticesi mi? Doğa ve hayvanlar yapılan tahribattan dolayı intikam mı alıyor?  Ama doğanın ve hayvanların elinde akıl bilim ve teknoloji olmadığına göre onların da  sahibi mi var? “Cümle işler Halık’ındır, kul eliyle işlenir” olduğunu bilelim.

   Hayatımızın merkezine temizlik ve hijyen kavramı yerleşti; her türlü maddi ve manevi pisliklerden arınma başladı. Bizim yüzyıllardır yaptığımız temizliği, medeni dediğimiz toplumlar yeni yapmaya başladı. Temiz olmadıkça, temiz yemedikçe temiz düşünmenin mümkün olmadığını anladık. Temizlik imanın yarısıdır.

   Virüsün ülkemizde illerdeki dağılma haritasına baktığımızda büyük şehirler önde. Anadolu’da daha az ve yavaş ilerliyor. Çünkü hayatın akış hızıyla doğru orantılı. Bu süreç yavaşlayıp durmamıza ve biraz düşünüp etrafımıza ve aynaya bakmamıza vesile oldu. Ve kendimize sormaya başladık: “Nereye gidiyoruz?”

   Ve bu yavaşlama süreci yavaş yememize, sıkılınca değil acıkınca yememize, az yiyip doymadan sofradan kalkmamıza, doğal ve temiz besinler tüketmemize, hazır, paketlenmiş gıda değil de taze meyve sebze yememize, dışardan değil evde kendimizin pişirmesine vesile oldu.

   Onca öğretmen, doktor, profesör, diyetisyen ve akademisyenin öğretemediğini bir virüs hayat mektebinde öğretiyor.

Çünkü gerçekler acı ve eğitim şart!

Mustafa TEZCAN

Bu yazı 2268 kişi tarafından görüntülendi.

Yorum Ekle

Tüm alanları doldurmak zorunludur